>

Bir “İletişim Provokatörü” olarak Vergès, Kopuş Savunması ve Kriz İletişimi

Sabah_Cem_IlhanBalyoz, Ergenekon davalarında, sanıkların Jacques Vergès gibi bir avukatları olsaydı bu mahkemeler nasıl sonuçlanırdı insan düşünmeden edemiyor.

O, “Şeytanın avukatı” diye bilinirdi. Dünyanın en tartışmalı ama bir o kadar da yetkin savunma avukatlarından biriydi.

Jacques Vergès 16 Ağustos günü, 88 yaşında, son yıllarını yanında geçirdiği Fransız soylusu Markiz Marie-Christine de Solages evinde, 1778 yılında ünlü Fransız düşünür Voltaire’in de öldüğü odada geçirdiği bir kalp krizi sonucunda vefat etti.

Vergès’in hayatı, savunma yaptığı davalar neredeyse 20. Yüzyılın bir özeti gibidir. Kimleri savunmadı ki Irak eski Başbakan yardımcısı Tarık Aziz, Alman SS subayı Klaus Barbie, “Çakal Carlos” lakabıyla bilinen Ilich Ramirez Sanchez, Sırbistan ve eski Yugoslavya devlet başkanı Slobodan Miloseviç…  Savunmasını üstlendiği uzun ve tartışmalı suçlular listesinde Alaattin Çakıcı bile vardır.

Vergès bir avukat olmanın ötesinde her bakımdan farklı bir kişilikti. Adeta Dostoyevski romanlarından çıkma bir şahsiyet. Uzun ve maceralı bir hayattı onunki. Annesi Vietnamlı bir öğretmen, babası ise annesi ile evlenmek için mesleğinden vazgeçen bir Fransız diplomattır. Annesini çok küçük yaşta kaybeder. Çok genç yaşta, İkinci Dünya Savaşı’nda Fransız Direniş hareketine katılır.

Üstlendiği ilk önemli davalardan biri, bir kafeyi bombalamak suçundan idamla yargılanan Cezayirli Cemile Bouhired ile ilgilidir.  Vergès, Bouhired davasını Fransız sömürgeciliğinin tartışıldığı bir arenaya döndürür.  Davayı mahkeme salonunun dışına çıkartır, medyanın tüm baskısını siyasi otoritenin üzerinde yoğunlaştırır. Sonunda Cemile Bouhired 1962 yılında affedilir ve Cezayir’e bir halk kahramanı olarak döner. Hatta daha sonra Jacques Vergès ve Cemile Bouhired evlenirler. Aynı Vergès İslam dinini seçip adını Mansur olarak değiştirir. Cezayir’e yerleşir.

Ardından Vergès 1970 yılında ortadan kaybolur 1978 yılına değin. Bu süre zarfında kendisi hakkında endişelenip arama kampanyası düzenlemek isteyenler çıkar ama onlara kendi el yazısı basit bir not yollamakla yetinir: “Aptallığa gerek yok!”

1983 yılında “Şeytanın Avukatı” unvanının dünya çapında tanınacağı ilk dava gelir. Lyon kasabı olarak tanınan Gestapo Şefi Klaus Barbie’nin davası.   Vergès bu davayı Fransız toplumunun II. Dünya Savaşı esnasında Nazilere yaygın işbirliğini gözler önüne sererek sert bir yüzleşmeye çevirir.

Türkçe ’ye gazeteci, yazar Viver Kanetti tarafından kazandırılan “Savunma Saldırıyor” kitabında Vergès bunun benzeri davalarda uyguladığı ana stratejiyi “kopuş stratejisi” olarak tanımlar.  Vergès bir davada iki tip savunma stratejisi olabileceğini belirtir. Birincisi uyum;  Kanetti’ye Fransız le Nouvel Observateur dergisinde verdiği bir röportajında bunu şöyle tanımlıyor: “Uyum savunması, mahkemede sanık, avukat, iddianame aynı değerleri kabul ettikleri zaman yapılan savunmadır. Bu durumda sanık, kendini savunmak için, öncelikle ve dosya buna imkân tanıyorsa, olaya dahlini inkâr edecek, masumiyetini haykıracaktır. Masumiyet iddiasında bulunamıyorsa, hafifletici nedenlere başvurur.”

Diğeri, kopuş savunması ise, iddianamenin ve mahkemenin savunduğu değerler setinin tamamı ile reddi üzerine kuruludur. Sanık ve avukatı mahkemenin temsil ettiği değerler üzerinden bilfiil onun meşruiyetini sorgulamaya açarlar. Amaç üzerine atılı suçun reddi yani suçsuzluğun kanıtlanması değil bizatihi olabilecek en çarpıcı biçimde ifade edilmesi yolu ile suç olarak tanımlananın reddidir.   Vergès Barbie davasında belgelerle Fransızların Nazilerle yaygın bir biçimde işbirliği içinde olduğunu anlatmaya başladığında, dahası ünlü direniş kahramanı Jean Moulin’i Nazilere teslim edenlerin bizzat direnişçiler olabileceğini ileri sürdüğünde, Fransız kamuoyu yaşadığı şoktan günlerce kendine gelememişti.

Davaların mahkeme salonlarından medyaya taşınması Vergès’in kopuş stratejisinin en önemli unsurlarından biridir. Bu anlamda büyük bir hukukçu olduğu kadar Vergès bir iletişim dehasıydı. Kendi ifadesi ile kopuş savunmasında esas olan mahkemeye değil kamuoyuna konuşmaktır.

Kopuş stratejisinin bir başka önemli öğesi ise ölçüsüzlüktür.   Vergès bunu şu sözlerle tanımlıyor: “Ölçüsüzlük, kendi alçak gönüllüğünü aşıp davanın ardından toplumun sözcülüğünü üstlenmektir.”  Vergès bunu mükemmel başaran bir kişiydi. Reddettiği mahkemenin değerlerinin karşısına savunduğu değerler ile o kadar güçlü çıkardı ki, sanık ceza alsa bile aslında o “davayı” kazanırdı.

“Çakal Carlos” onun için “ Üstat Vergès benden daha büyük bir teröristtir” demişti. Kısmen doğru bir tespit bu.  Vergès yerleşik değer yargılarının ve ahlakın temelinde dinamit koyan benzersiz bir “iletişim provokatörüydü”. Savunduğu davalarda deyim yerindeyse masayı devirir, medya üzerinden savunduğu değerler seti ile yepyeni bir iletişim normali kurardı.

Aslında bizimki gibi moral ve sosyal değerler cephesinde önemli fay hatları bulunan ülkelerde, iletişimde kopuş stratejileri adı öyle konmasa da yaygın ve güçlü uygulamalardır. Başbakan Erdoğan’ın son bir yıldır değerler üzerinden “kürtaj cinayettir”, “bizim milli içkimiz ayrandır”  çıkışları bunun bir örneği ise, Gezi Parkı protestocularının “diktatör” temalı iletişimleri de bunun bir başka örneğidir.

Bu bakımdan “kopuş stratejisi” özellikle kriz iletişimi durumlarında iletişimcilerin alet çantalarında bulunması gereken bir uygulamadır. Örneğin şirketler dünyasında çevre sorunları ile bağlantılı kriz iletişimlerinde, “kopuş stratejisi” hiç de yabana atılmayacak bir çözümdür. Ama genelde kullanılmaktadır. Onun yerine çevreye ne kadar saygılı olunduğu anlatılmaya çalışılmakta, bunun karşısında “green washing” suçlamaları gelmekte ve çözüm olarak sessizlik tercih edilip fırtınanın geçmesi beklenmektedir. Hâlbuki pekâlâ çevre paradigması reddedilip, Türkiye’nin enerji açığı ve refah arayışı çerçevesinde farklı bir değerler seti üzerinde yürünebilir ve bu bir kopuş stratejisidir.

Kullanılmamasının bir sebebi kuşkusuz henüz hiçbir iş kuruluşunun  – geçmişteki bir örnek hariç – henüz tüm genel kamuoyunu etkileyen boyutta bir kriz ile karşılaşmamış olmasıdır. Ancak özellikle Gezi Parkı sonrasında İstanbul’daki büyük çaplı imar projeleri göz önüne alındığında bu alternatif ister istemez masada olacaktır.

Kopuş stratejisinin uygulama zorluklarından biri ise, eyleme konduğu anda yerine göre kişinin yerine göre bir toplumsal kesimin, ama iş dünyası söz konusu olduğunda kurumsal sözcünün üzerine bindirdiği olağanüstü yüktür. Zira kopuş stratejisi başlı başına bir meydan okuma veya provokasyondur; bir başka deyişle toplum önünde sahneye konan bir şovdur ve herkes bununla kolay baş edemez. Doğrusu mevcut durumda Türk iş dünyasında bir iki kişi dışında bunu kaldırabilecek çok fazla da isim yok.

Vergès hakkında son bir bilgi de bu bağlamda şu olsun:  Vergès 83 yaşında tek kişilik ve kendi yazdığı bir oyun için ilk defa tiyatro sahnesine çıktı. Ve o dönemde Fransız Figaro gazetesine verdiği bir beyanatta da aynen şöyle demiş: “Hukuk adamlığı ile aktörlük arasında yakın bir akrabalık var…”

Özetle her şeyin başı iletişim.

A. Cem İlhan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir