>

İLETİŞİM DÜNYASININ MEGA DERDİ: MISINFORMATION!

Yoksulluk, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, iklim krizi derken, bugüne dek göz ardı edilen risklerden biri olan “yanlış bilgi”nin yayılımı nihayet hak ettiği dikkati çekmeyi başardı ve bu yıl WEF 2024 Küresel Risk Raporu’nda ilk sırada yer aldı! Toplumların politik ve sosyal tüm eğilimlerine doğrudan etki etme gücüYoksulluk, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, iklim krizi derken, bugüne dek göz ardı edilen risklerden biri olan “yanlış bilgi”nin yayılımı nihayet hak ettiği dikkati çekmeyi başardı ve bu yıl WEF 2024 Küresel Risk Raporu’nda ilk sırada yer aldı! Toplumların politik ve sosyal tüm eğilimlerine doğrudan etki etme gücüyle misinformation bir de yanına yapay zekânın sınırsız yeteneğini alınca tabiri caizse topyekûn mücadele gerektiren devasa bir riske dönüştü… iletişim sektörünü de tehdit eden bu riski Lobby İletişim Ajans Başkanı ve İDA Yönetim Kurulu Başkanı Özge Uzun liderliğinde ve uzman isimlerin görüşleri eşliğinde mercek altına aldık…yle misinformation bir de yanına yapay zekânın sınırsız yeteneğini alınca tabiri caizse topyekûn mücadele gerektiren devasa bir riske dönüştü… iletişim sektörünü de tehdit eden bu riski Lobby İletişim Ajans Başkanı ve İDA Yönetim Kurulu Başkanı Özge Uzun liderliğinde ve uzman isimlerin görüşleri eşliğinde mercek altına aldık…

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2024 zirvesi “Güvenin Yeniden İnşası” temasıyla gerçekleşti. WEF 2024 Küresel Risk Raporu’nun ilk maddesi ise giderek artan bir tehdit haline gelen “misinformation” (bilgi kirliliği) olarak belirlendi. Bilgiye erişimin demokratikleştiği ve kolaylaştığı günümüzde benzer yetkinliklerden elbette yanlış bilgi de payını alıyor. Toplumların karar alma süreçlerinden demokrasilerin sağlıklı işleyişine dek büyük etkiler yaratan “misinformation”ı aşabilmek adına bireylerden kurumlara ve elbette devletlere kadar topyekûn bir mücadele gerekiyor. Rapor yanlış bilginin nasıl yayıldığı, etkilerinin ne olduğu ve küresel düzeyde nasıl ele alınabileceği üzerine odaklanırken, bilgi çağının bu karanlık yönünün de altını çiziyor. Bu noktada belirtmek gerekiyor ki misinformation, sadece dijital medya platformlarıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda geleneksel medyadan siyasi aktörlerin iletişim diline dek pek çok yerde karşımıza çıkıyor. Misinformation, sadece yanlış bilgilerin dolaşımıyla sınırlı değil; aynı zamanda manipülatif niyetlerle üretilen ve yayılan bilgileri de kapsıyor. Bu tür yanlış bilgiler, çeşitli amaçlar doğrultusunda kullanılabilirken, toplumların güvenini sarsarak sosyal bütünlüğü de tehdit ediyor. Tam da bu sebeple WEF 2024 Küresel Risk Raporu’nun ilk maddesi olarak seçilen “misinformation” kavramı, küresel çapta bilgi ekosisteminin güvenilirliği ve bütünlüğü açısından hayati öneme sahip olan bilgi kirliliğinin altını çiziyor. Dezenformasyon, tarih boyunca var olmuş bir olgu olsa da teknolojinin gelişimiyle birlikte daha önce hiç görülmemiş bir boyut kazandı. Artık sadece politik, finansal veya sosyal hedeflerle sınırlı kalmayan bu yanıltıcı bilgi akışı, teknolojinin de etkisiyle adeta bir kuvvet çarpanına dönüştü. Çok da uzağa gitmeden ülkemizde yakın dönemde gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerini ya da İsrail’in Filistin işgalinin ardından sosyal medyada dolaşan boykot listelerini göz önüne aldığınızda yanlış ve manipülatif bilginin kişiler ve kurumların itibarı üzerinde ne denli yıkıcı bir etkisi olduğunu görmeniz mümkün. Peki, böylesi bir risk karşısında kimlere nasıl sorumluluklar düşüyor? İletişimin uzman isimleri bu riski nasıl değerlendiriyor? Dahası yanlış bilginin adeta itibar katiline dönüşebildiği bir dönemde kurumlar iletişim stratejilerini nasıl belirlemeli? Hepsi ve daha fazlasının yanıtları için sözü uzmanlarına bırakalım…

DEZENFORMASYONLA MÜCADELENİN ANAHTARI: ŞEFFAFLIK

Özge Uzun, Lobby İletişim Ajans Başkanı/İDA Yönetim Kurulu Başkanı

Hızla yayılan yanlış bilgi ve dezenformasyonun etkileri bugün gündelik hayatımızda dahi büyük ölçüde hissedilebilir bir noktada. Yanlış bilgi ve dezenformasyon toplumlar arasında ayrılıkların derinleşmesine ve kutuplaşmanın artmasına hizmet edebiliyor. Sadece etkileşimi artırmak adına kullanılan manipülatif dil de bir başka sorun. Dolayısıyla insanların gerçek ve yanlış bilgiyi ayırt etme yeteneklerinin azalması, doğru bilgiye erişimin zorlaşması ve markaların kendilerini yanlış bilgi içeren mecralarda bulma ihtimallerine ek olarak toplumda güven kaybı önemli bir risk olarak üst sıralarda yer alıyor.

Dezenformasyonla mücadele için toplumun farklı aktörlerini içeren kapsayıcı bir bakış açısına ihtiyaç var. Buradan hareketle toplumsal yaşama, itibara, marka değerine ve hatta kişilik haklarına kadar pek çok alanda zarara neden olan bu olguyla mücadele için; devlete, teknoloji şirketlerine, sivil toplum örgütlerine, bilim insanlarına, medyaya, iletişim profesyonellerine ve doğrulama platformlarına büyük görev düşüyor.
Dezenformasyonun hızlı tespit edilmesi, yaratacağı hasarın önlenmesi bakımından önemli. Bu nedenle, analizi ve ifşası için başta kamu olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmalı. Hayata geçirilecek regülasyonlar, toplumsal farkındalık için dijital medya okuryazarlığının yaygınlaştırılması mutlak suretle düşünülmeli. Diğer taraftan, tarafların üzerine düşen diğer önemli görev de teknoloji şirketlerinden farklı ülkelere göre uyguladıkları politikalarda hassasiyet ve şeffaflık talebinde bulunmak olmalı. / Dezenformasyon ve yanlış bilgiye karşı hayata geçirilecek regülasyonlar kuşkusuz büyük önem taşıyor. Bununla birlikte, sadece markaların değil tüm kurum ve kuruluşların geçmişte olduğu gibi gelecekte de karşılaşması kaçınılmaz olan bu olgudan en az hasarla kurtulmasının yolunun şeffaflık açıklık politikalarından geçtiğini unutmamak gerek. Sürdürülebilir yaşamın temelleri arasında yer alan bu yaklaşımın, bu tür “saldırılarla” karşı karşıya kalan tüm kurum ve kuruluşların en büyük sermayesi olan “itibar” ve “güven” olgusunun kitleler nezdinde muhafazasını sağlayacak en etkin yaklaşımlar arasında yer aldığına inanıyorum.

YAPAY ZEKÂ “SÜPER YANLIŞ BİLGİ YAYICI”YI YARATTI

Mustafa Kaya, Lorbİ PR Ajans Başkanı

İnsanlığın iletişim kurma veya bir dil yaratma çabasının kökeninde hiç şüphe yok ki; nesneler, duygular ya da kavramlar arasında anlamlı bir bağlam kurma ihtiyacı yatıyor. Ancak bu basit tanımı yeniden ele almamızı gerektiren oldukça karmaşık zamanlardan geçiyoruz. Çünkü kavramları anlamamızı mümkün kılan dil ve iletişim becerilerimiz “dezenformasyon” girdabında kaybolup gidiyor.
İnternet ve sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasıyla dezenformasyonun hızı ve erişim alanı arttı ve bu durum, toplumsal düzeyde karar verme süreçlerini, kamuoyu algısını ve politik eğilimleri etkiler hale geldi. Salgınlar, doğal afetler ve milli güvenlik meselelerinde dezenformasyon, halkın güvenliğine ve sağlığına da zarar verebilir. S Türkiye’de yaklaşık 62,5 milyon sosyal medya kullanıcısı var. 2023 yılı Mayıs ayında Türkiye’deki 12 milyon 479 bin hesap üzerinden 145 milyon tvveet atıldığı ve bu hesapların yüzde 23’ünün bot hesap olduğu ortaya çıktı. Dünya genelinde ise sosyal medyada yalan haber yayan 500 milyondan fazla bot hesap olduğu tahmin ediliyor.
Aralarında Profesör Sinan Aral’ın da yer aldığı üç MİT akademisyeninin Science dergisinde yayınlanan çalışması, sosyal ağ X’de yanlış haberlerin gerçek haberlerden yüzde 70 oranında daha hızlı yayıldığını ortaya koydu. Bu yayılımda yapay zekâ ile geliştirilmiş botların da katkısı büyük. Nevvsguard’ın 2023 değerlendirme raporuna göre yapay zekâ, büyük “süper yanlış bilgi yayıcı’yı yarattı. Yapay zekâ yanlış ellerde dezenformasyonun en etkili silahı haline geldi. S İletişimciler; markalarının kamuoyu algısını takip etmek ve dezenformatif içeriklerin yayılım etkisini azaltmak için daha hızlı ve akılcı davranmak zorunda. Artık tekzip yayınlatmak yetmiyor. Markalar için etkili iletişim ve kriz stratejileri belirlemek ve markayı paydaşlar, çalışanlar ve kamu nezdinde saygın kişiler aracılığıyla doğru mecralarda, doğru araçlar, iletişim tonu ve frekansı ile anlatmak gerekiyor.

GERÇEKLİK İLE YANILSAMANIN SAVAŞI

Arda Öztaşkın, Yapı Kredi Kurumsal İletişim Direktörü

Dezenformasyon ve yaratmış olduğu güvensizliğin gölgesinde dijital içeriklerin; sıklıkla korku, öfke ve toksik bir durumu öne çıkaran yıkıcı etkilerine şahit oluyoruz. Maalesef dijital mecralar, “doğru” haberin ne olduğuna dair sınırları bulanıklaştırarak, duygusal tepkilerle ağır kutuplaşmalara yol açan mecralar haline gelebiliyor.
Dijital dünyada süren gerçeklik ile yanılsamanın savaşında, bilgi akışının nasıl yönetildiği ve tüketildiği, çağımızın en önemli meselelerinden biri haline gelmiş durumda. Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkması, internetin yaygın olarak kullanımı; artık bireylerin haber alma kanallarını çeşitlendiriyor. Bu durum aynı zamanda kaynağı teyit edilmeyen haberlerin dijital dünyada yayılmasına da zemin hazırlıyor.
Bilgi karmaşasının ve kirliliğinin içinde doğru bilgiyi ayıklamak, aktarmak ve gerekirse yorumlamak her zamankinden daha da kritik önemde. Dolayısıyla, gazetecilik mesleğinin, tarihsel olarak bugün çok daha önemli bir işleve sahip olduğunu; ancak evrensel doğrularla kendisini yeni dönem, anlayış ve mecralara uyumlu hale getirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Teknolojik gelişmeler ve algoritmalarla desteklenen dijital mecraların hızı, diğer yandan yanlış bilginin yayılma hızını da artıyor. Çağımızın en büyük paradokslarından biri olan bu durum doğru ve yanlış arasındaki sorumluluğu kullanıcıya yüklüyor.
Teknoloji çağı, bir yandan bilgiye erişimi demokratikleştirirken bir yandan da gerçeğin kırılgan yapısını açığa çıkardı. Dijital dünyada, yanıltıcı bilgilerin girdabında kaybolmamak adına her birimizin her bir bilgiye büyük bir dikkat ve şüphe ile yaklaşması gerekiyor. İşte burada da devreye dijital okur – yazarlığın önemi giriyor. Kullanıcılar, daha bilinçli olmalı ve okuduğu her bilgiyi bir doğruluk süzgecinden geçirip başka kaynaklardan da teyit etmeli. Bununla birlikte markalar da şeffaf bir iletişim yürütmeli ve güvenilir bilgi akışını sağlamalı.
Dijital çağın bu karanlık labirentinde; gerçeğin peşinde, kararlı ve uyanık adımlar atarak, yolumuzu bulmamız gerekiyor. Bu yolculukta, gerçekleri koruyarak ve yanıltıcı bilgilere karşı durarak, insanlığın daha aydınlık bir geleceğe kavuşmasına katkıda bulunabiliriz.

MARKALAR İTİBARINI KORUMAK İÇİN SORUMLULUK ALMALI

Başak Ünal, Nestle Türkiye Pazarlama ve Kurumsal İletişim Direktörü

Günümüzde dijital çeşitliliğin ve sosyal medya kullanımının giderek artması ile hızlanan iletişim, doğru bilginin önündeki en büyük engellerden biri. Bu yılın başında Dünya Ekonomik Forumu’nun açıkladığı Küresel Riskler Algı Araştırmasının sonuçları bu anlamda çok çarpıcı. Rapora göre dezenformasyon, küresel düzeyde dünyayı tehdit eden riskler arasında birinci sırada yer alıyor.

Sosyal medyada, özellikle kurumlar ve şirketler, yanlış bilgiden doğan linçlerin en önemli hedefi haline gelebiliyor. Küresel bir şirket olarak, bizler de bu süreçleri deneyimliyoruz. Yakın zamanda menşeimiz hakkında yoğun bir dezenformasyona maruz kaldık. Genel stratejimizi uygun mecralar üzerinden şeffaflık ve samimiyetle doğru bilgilerin hedef kitleye iletilmesi üzerine kurguluyoruz. Nestle Türkiye olarak, bu süreci yönetirken pozitif iletişimi odağımıza alarak, her bir paydaşımıza özel iletişim kurguları geliştirdik.

Nestle’nin bu coğrafyada bir asrı aşan öyküsüne uzanan bir arşiv hazırlığına da başladık. Önümüzdeki dönemde bu arşivi kamuoyuyla paylaşmayı hedefliyoruz. Türkiye’deki global oyunculardan biri olarak, önümüzdeki süreçte de uzun dönemli iletişim programları geliştirmeye, kurumsal itibarımız ve güven algımızla topluma değer katacağımız yatırımlarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.

Hepimizin ortak sorunu haline gelen dezenformasyon, kurumsal itibara yönelik ciddi bir risk oluşturuyor. Tüketicinin güvenini zedeleyen ve üstelik yanlış olan bilginin yaygınlaştırılmasını önlemek için sorumluluk almak, markaların kendi itibarlarını koruması anlamına geliyor. Bu doğrultuda, markaların, tüketicinin bilgi alabileceği web sitesi, sosyal medya hesapları gibi kaynaklarını çeşitlendirmesi ve bu platformları sürekli güncel tutması büyük önem taşıyor. Diğer taraftan tüketicilerin dezenformasyon konusunda bilinçlendirilmesi, iç iletişim faaliyetleriyle konunun kurumsal düzeyde ele alınması ve yanlış bilgiyle mücadele eden yenilikçi dijital mecraların desteklenmesi, sorunun çözümüne yardımcı adımlar olabilir.

YANLIŞ BİLGİ “TÜRKİYE” MARKASINA ZARAR VERİYOR

Kaan Sidar, Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası (TÜGIS) Yönetim Kurulu Başkanı

Dezenformasyon; özellikle insan sağlığını birinci derecede İlgilendiren gıda sektöründe çok daha etkili oluyor. Uluslararası pazarlarda da rekabetçi güce sahip olan ülkemizin göz bebeği köklü gıda endüstrisinin ürünleri hakkında, kim olduğu belirsiz bir kişi “bu gıda değil zehir” paylaşımı yapabiliyor. Sosyal medyada yaptığı bu paylaşımla binlerce İnsana erişerek hem markanın hem sektörün hem de ülkenin itibarını zedeleyebiliyor. Bu yüzden gıda okuryazarlığını artıracak ve tüketici bilincini olgunlaştıracak çalışmalara odaklanmalıyız. Tüketicinin bu paylaşımlara itibar etmemesi için sektörel dayanışmanın güçlendirilmesi ve etkili İş birliklerinin hayata geçmesi gerekiyor. Ancak merdiven altı üretimi ayrı tutarak önleyici tedbirler alınmalı. Denetleme ve düzenlemeye yetkili kuruluşlar da konuyla İlgili mevzuatları daha da geliştirerek uygulamalı, gereğinde ceza vermeli.
Gıda okuryazarlığının az gelişmiş olduğu ülkemizde yayılan yanlış bilgiler, en başta milyonlarca insanın emeği üzerine inşa edilen “Türkiye” markamıza zarar veriyor. Türk Gıda Kodeksi’nin Avrupa ile aynı özelliklerde olmasına rağmen, sosyal medyadan okunan asılsız ithamlarla ürünlere olan güven azalıyor. Bu ciddi bir tehlike.
TUGİS olarak bilgisizlik temelli bu paylaşımlar karşısında gıda okuryazarlığını artırmak ve tüketim bilincini geliştirmek için çalışıyoruz. Hurafe değil bilimsel temelli gerçek bilgiye erişimi, alanında uzman isimlerle oluşturduğumuz TÜGIS Bilim Kurulu’nun görüşleriyle kamuoyuna aktarıyoruz. Tüketicinin kafasında soru işareti yaratan koruyucu gıda içerikleri ve ambalajlı gıdalar gibi başlıklarda olan yanlış bilgilerin doğrusunu ifade etmeye çalışıyoruz. Türk gıda sanayiine yönelik dezenformasyonu ortadan kaldırmaya ve gıda okuryazarlığını artırmaya yönelik çalışmalarımız sürecek.

EN BÜYÜK KALKANIMIZ ŞÜPHE!

Yunus Çağlar, Doğrula.org Direktörü

2023 Mayıs ayında içerisinde ünlü haber markalarının da yer aldığı birçok mecrada “Pentagon yakınına bomba düştü!” başlığını okuduk. Şuraya bir parantez açayım!!! Fotoğraf yapay zekâyla (YZ) üretilmiş. Tabii.. “Acar haber editörü” fotoğrafı kontrol etmeden haberi yayına verdiği için, ABD borsalarında zarar 500 milyar doları aşıyor.
İşin bir de şu boyutu var: “Pentagona Bomba Düştü!” başlığını atan haber markası fotoğrafın YZ olduğunu anlayınca akıllım şu başlığı atıyor: “Tehlikenin farkında mısınız! Pentagon bombalandı haberinin görseli yapay zekâ ürünü çıktı!”
Şimdi sormak istiyorum: burada yapay zekânın suçu ne!
Bu senaryo özelinde en büyük sorumluluk bigtech dediğimiz, Google, META, Tiktok ve X’e düşüyor. Sonrasında, yayıncı markalara ve sorumlu yayıncılarına, editörlerine düşüyor. Ancak, en önemlisi şu:

farkındalık yaratma potansiyeli olan herkese bu alanda büyük sorumluluk düşüyor. Misinformation’ın önüne geçebilmek için bence yapılması gereken şudur:

  1. Yapay zekâ üretici araçlar, çıktılarını kesinlikle etiketlemeli. Fligran çözüm değil ama, bugün gerekli.
  2. Tehlike son kullanıcıya ulaşmadan META, Google, TikTok, X tarafından yakalanabilmeli, etiketlenmeli. Bigtech algoritmasının yakalayamadığı her YZ tehlikesinden bigtech de sorumludur.
  3. Kitlelere hitap eden herkesin YZ okuryazarlığını bir an önce yükseltmeliyiz.

Yanlış bilginin önüne geçilmesi noktasında bireylere de düşen sorumluluklar var elbette. Bunun için de;

  • Dogrula.org, Teyit.org, Dogrulukpayi.com, Malumatfurus.org bu 4 doğrulama kuruluşu mutlaka takip edilmeli.
  • Fotoğraflı şüpheli içeriklere karşı, arama motorlarının görsel sorgulama araçlarını kullanmayı alışkanlık haline getirmeliyiz. (Tersine görsel arama)
  • Kurumsal yapısını, editörünü, yöneticisini, yerini yurdunu gizleyen üstüne üstlük kendisini haber markası olarak tanıtan aparatları takip etmeyin. Hatta engelleyin gitsin. Çok tehlikeliler!
  • En önemli kalkanımız şüphe! Hele ki seçim dönemindeyiz her içeriğe şüpheyle yaklaşmak zorundayız.

 

*Bu haber Marketing Türkiye dergisinin Mart 2024 sayısında yayınlanmıştır.