Yerel Seçimler ve Gezi Parkı Dersleri
Daha bir süre Gezi Parkı konuşmaya devam edeceğiz kanımca.Mayıs’ın son ve Haziran 2013’ün ilk iki haftasında yüzbinleri sokakları iten bu olayların özgünlüğünü özellikle başlangıçta, “orantısız zeki” sloganlarından öte, daha önce toplumsal protestolarda görmeye alışkın olmadığımız bir sosyo-ekonomik insan profili oluşturuyordu.
Bu genç insanlar, bir ölçüde onların çoğunluk seküler, beyaz yakalı ebeveynleri de, 2002 seçimlerinden beri adım adım kurulan yeni Türkiye sahnesinde ilk kez farklı bir toplumsal duruş ve hassasiyetin temsilcileri olarak ortaya çıktılar.
Devamında ortaya çıkan ağır siyasal kutuplaşma sonucunda gözden kaçar gibi olduysa da, bu duruş ve hassasiyetin belirgin özellikleri bütün dayanışmacı söylemlere rağmen hayli bireyci, anti- otoriter, seküler, hayvan ve çevre dostu olmasıdır. Ancak bunun bir adım gerisinde, kanımca çok daha önemli ve etkileyici olan bu duruş ve hassasiyetin, “benim yaşam tarzıma karışma” kadar ve belki de daha fazlası ile Türkiye’deki gelmiş geçmiş tüm siyasi akımların ve onların hükümetlerinin ana fikri temeli olan “kalkınmacı” zihniyetin reddiyesi üzerine kurulu olmasıdır. Bir bakıma konu “bunlar birinci köprüye de karşıydılar” meselesinin ötesinde ve derindedir.
Y Kuşağı yanlış bir kavramsallaştırma
Bu gençlerin artık üzerlerine yapışmış gibi görünen, ABD’den aparma yolu ile Y Kuşağı olarak tanımlanması ne kadar doğru? Ben şahsen bu tanımı benimsemiyorum, zira onların içinden çıktıkları toplumsal ve kültürel çerçevenin göz ardı edilmesine yol açıyor.
Bilinen gerçek ülke nüfusu artık 2012 rakamları ile yüzde 77,2 oranında kentli. Toplam 58,5 milyon insan ve bunun yarısına yakını başta İstanbul olmak üzere üç büyük kentte yaşıyor. Aynı şekilde son 10 yıl içerisinde gelişip serpilen güçlü ve muhafazakâr/mütedeyyin özellikleri ağır basan bir orta sınıfın varlığı da bilinen bir başka gerçek; keza toplam nüfusumuzu ¼ oranında 0-14 yaş grubunda olduğu da.
Yukarıda tanımlamaya çalıştığım protestocu gençler işte öncelikle bu henüz tam şekillenme aşamasında olan orta sınıf evreninde yaşıyorlar. Bu evren kuşkusuz Ak Parti hükümetinin Kanal İstanbul Proje ’sini, 3. Köprüyü, 3. Havalimanı, savunma sanayii hamlelerini, büyük ölçüde destekliyor ama aynı ölçüde şüphelerde taşıyor. Örneğin sırf Süleymaniye Külliyesi önüne dikilen Haliç Metro Geçiş Köprüsü yüzünden Kadir Topbaş’a bir daha aday olursa oy vermeyecek birçok genç mütedeyyin insanın olması gibi…
Bu arada gençlerin reddettikleri “kalkınmacı zihniyete” karışı duruşun öncü işaretleri zaten aslında sadece seküler çevrelerle sınırlı olmayan biçimde, onların orta sınıf ebeveynleri nezdinde çoktandır sağda solda gözler önündeydi ve üstelik konu sadece kentsel yapılaşma ile de sınırlı değil: Endüstriyel süt ve süt ürünlerini tüketmeyi reddedenler, evinde ekmek yapanlar, balkonunda bahçesinde pembe domates dikenler, kent yaşamından kaçıp doğa yürüyüşlerine çıkanlar, sigara içmeyi bir tür ilkellik olarak görenler, Karatay diyeti yapanlar, plazalarda ruhlarını kaybettiklerini düşünenler, biz yapamadık deyip çocuklarını sanat kültür müzik konularında teşvik edenler… Ama tabii aynı zamanda büyük şehirlerin bitmez tükenmez trafiği içinde çile çekenler ve yine de evine ikinci, üçüncü otomobili alanlar; bütün şikâyetlerine rağmen yine de hafta sonları koştur koştur AVM’leri dolduranlar… Bir yetmez iki, üç cep telefonu alanlar… Gezi Parkı protestocusu gençlerin zihni arka planı böyle bir şeydi.
Bu bakımdan gençlerin reddiyesi, sonradan iki cepheden de gelen siyasi kutuplaşma olmasa pekâlâ muhafazakâr/mütedeyyin kesimleri de etkileyebilecek potansiyele de sahipti. Ki İstiklal Caddesi’nde düzenlenen yeryüzü iftarları etkinliklerine bakılacak olursa bu potansiyel tamamı ile de kaybolmuş değil…
2023’de nasıl kentlerde yaşayacağız?
Ortadaki siyasal toz duman hafifleyince daha net görülecektir, Gezi Parkı’na çıkan ve bugüne kadar siyaset ile hiç ilgilenmemiş gençlerin gündemin başına koyduğu en temel soru budur.
Onlar bu soruya iki olumsuz ve bir olumlu önerme ile cevap verdiler: Birincisi kalkınmak demek illa ki daha büyük, daha yüksek, daha dev binalar, köprüler yapmak demek değildir; ikincisi benim yaşamıma karışma ve üçüncüsü beni etkileyen kararlarda ben de söz sahibi olmak istiyorum.
Onların verdiği bu cevaplar ve bunun ülke toplumsal hafızasında bıraktığı izler, son sürat çok önemli altyapı yatırımlarına girişmiş, kentsel dönüşüm çerçevesinde 7 milyon binayı yıkıp yeniden yapmayı öngören bir Türkiye’de, yeni bir demokratik olgunlaşma vesilesi olması bir yana, geleneksel toplumsal fay hatlarımızın getirdiği olağan tartışmalar yanında çığır açıcı niteliktedir.
Bu noktada, yakın zaman önce vefat eden Türk Philips’in eski Genel Müdürü rahmetli Atok İlhan’ın sözleri aklıma geliyor; kendisi ile yapılan bir röportajında bugün yerinde Metro Plaza’nın kulelerinin bulunduğu araziyi sattıklarında mealen “30 küsur yıldır bu fabrikada yaptığımız üretimden elde ettiğimiz kardan daha fazlasını arazisinin satışından elde ettik” demişti. Türkiye’de hala endüstriyel yeteneklerimiz ve altyapımız ne kadar gelişirse gelişsin, arazı ve gayrimenkul rantı en gözde değer yaratma kanalıdır.
Bundan sonra İstanbul’da olduğu kadar diğer kentlerimizde de açıklanacak her projenin gerekliliği ve yeterliliğinin tartışmaya açılacak olması özellikle bu alandaki fırsatçı kâr iştahını biraz olsun frenleyebilecek mi yaşayarak göreceğiz.
Ama şurası kesin 7 ay sonra yapılacak yerel seçimlerde adayların cevap vermeleri gerekecek başlıca sorular bellidir: Nasıl bir kent tasavvuru? Nasıl bir imar planlaması? Ve tabii nasıl bir demokratik katılım modeli?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş olayların sıcağı içerisinde bu sorulardan birine “bundan sonra bir otobüs durağının yeri bile değişse vatandaşa sorulacak” diye cevap verdi. O anki siyasi itiş kakış içinde çok da dikkate gelmedi ama önemli bir angajmandı. Bu arada, sonra o da sözünü geri aldı bir biçimde. Mealen “her şeyi de halka soracak değiliz” demeye getirdi.
Ben asıl merak ediyorum, özellikle ana muhalefet Partisi CHP’nin adayları bunun ayaküstü sözlerin ötesine geçen yeni ve kent yaşamını daha “insan odaklı” kılacak öneriler geliştirecekler mi? Bakalım göreceğiz.
Yerel seçimler Türkiye’de gerçekten çok hareketli geçecek.
A. Cem İlhan

















Bir cevap yazın